‘Postmodern devlet’in gölgesinde engelli yoksulluğu: Kataterden sandalyeye uzayan ayrımcılık zinciri
İhtiyaç duydukları sayıda katatere erişemeyen engelli bireylerin, hijyenik olmayan koşullarda kataterlerini yıkayıp tekrar kullanmak zorunda kalmaları, onları ciddi enfeksiyon riskini artırıyor.

Fotoğraf: DHA
Ezgi Kılıç
[email protected]
Postmodern devletin refah söylemi, her bireyin eşit ve onurlu bir yaşam sürdürme hakkını vurgular. Ancak, Türkiye’de engelli bireylerin deneyimleri, bu söylemin ne kadarının söylemde kaldığını ve derinleşen bir ayrımcılık pratiğinin hüküm sürdüğünü acı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu yazı, engelli yoksulluğunun en görünür ve travmatik boyutlarından biri olan medikal malzeme ve tekerlekli sandalye teminindeki devlet kaynaklı sınırlamaları, postmodern devletin engelli bireylere yönelik ayrımcı politikalarının çarpıcı birer yansıması olarak ele almayı amaçlamaktadır.
Devletin sınırlı sayıda tuttuğu kataterler, engelli bireylerin en temel ve hayati ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan uzaktır. İhtiyaç duydukları sayıda katatere erişemeyen engelli bireylerin, hijyenik olmayan koşullarda kataterlerini yıkayıp tekrar kullanmak zorunda kalmaları, onları ciddi enfeksiyon riskleriyle baş başa bırakmaktadır. Bu durum, sadece fiziksel sağlıklarını tehdit etmekle kalmayıp, aynı zamanda insan onuruna yakışmayan bir muameleye maruz bırakıldıklarının da açık bir göstergesidir. Medikal malzemelerdeki kota uygulaması, postmodern devletin bireylerin sağlık hakkını piyasa dinamiklerine terk etmesinin ve en kırılgan kesimlerin ihtiyaçlarını göz ardı etmesinin somut bir örneğidir.
Devletin karşıladığı tekerlekli sandalyeler ise, çoğu zaman engelli bireylerin ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade, yeni sorunlar yaratmaktadır. Ağır, büyük ve manevra kabiliyeti kısıtlı sandalyeler, engelli bireylerin bağımsız hareket etme özgürlüğünü kısıtlamaktadır. İşe gitmek, hastaneye ulaşmak, sosyal hayata katılmak zorunda olan engelli bir birey, bu tür sandalyeleri tek başına sürememekte, araçlarına yükleyememekte ve dolayısıyla sosyal ve ekonomik hayata katılımı engellenmektedir. Aktif ve hafif tekerlekli sandalyelerin devlet tarafından karşılanmaması ise, maddi durumu yetersiz olan engelli bireyleri bu temel araçlardan mahrum bırakmakta, onların hareket özgürlüğünü ve bağımsızlığını daha da kısıtlamaktadır. Bu durum, postmodern devletin söylemindeki “eşitlik” ve “sosyal devlet” ilkelerinin, engelli bireylerin gerçek yaşam koşullarıyla ne kadar çeliştiğini açıkça göstermektedir.
Bu sınırlamalar ve yetersizlikler, postmodern devletin engelli bireylere yönelik ayrımcı politikalarının sadece birer tezahürüdür. Devletin kaynak ayırmadaki tercihleri, medikal malzeme ve tekerlekli sandalye gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında piyasa mekanizmalarını önceliklendirmesi, engelli bireylerin yaşam kalitesini düşürmekte ve onları derin bir yoksulluk sarmalına itmektedir. Bu yoksulluk, sadece maddi bir yoksunluk değil, aynı zamanda sağlık, eğitim, istihdam ve sosyal katılım gibi temel haklara erişimde yaşanan eşitsizliklerle de derinleşmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’de engelli bireylerin katater ve tekerlekli sandalye gibi temel ihtiyaçlara erişimindeki sınırlamalar, postmodern devletin refah söyleminin ardındaki yoğun ayrımcılığı ve eşitsizliği çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Devletin kaynak ayırmadaki tercihleri ve piyasa odaklı politikaları, engelli bireylerin en temel insani ihtiyaçlarını dahi karşılamalarını engellemekte, onları sağlık sorunları, hareket kısıtlılığı ve sosyal dışlanma gibi ağır sonuçlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu durum, engelli bireylerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürme hakkının sistematik olarak ihlal edildiğinin ve postmodern devletin söyleminin aksine, derinleşen bir ayrımcılık pratiğinin hüküm sürdüğünün açık bir göstergesidir. Bu nedenle, engelli bireylerin temel ihtiyaçlarına erişimini güvence altına alacak, kapsayıcı ve adil politikaların hayata geçirilmesi, demokratik ve sosyal bir hukuk devletinin vazgeçilmez bir sorumluluğudur.
Evrensel'i Takip Et